Zemahşeri, Keşşaf isimli eserinde, Davut Peygamber’den bir hikaye nakleder:
Davut Aleyhisselam, Lokman’a, bir koyun kesip etinin en iyi yerinden iki parça getirmesini söyler. Lokman denileni yapar, ve koyunun kalbiyle dilini götürür. Aradan bir zaman geçtikten sonra, tekrar aynı talepte bulunur ve bu defa etinin en kötü yerinden iki parça getirmesini söyler. O da, yine Kalbi ile dilini götürür. Hz. Davut bu bilge kişiden neden hem müspetinde hem de menfisinde bu iki parçayı getirdiğini sorar cevaba düşündürücüdür:
“Kalp ve dil insanın hem merhamet pınarı, hem de bela ırmağıdır. Kalbi iyi olanın dili de iyi olur. Kalbi kararmış kimsenin dili de berbattır. Bunu anlatmak için seçtim bu iki organı.”
Mevlana Hazretleri, “kalbi insanın Kâbe’si olarak görür. Yunus da, “Gönül Çalab(Allah)ı tahtı” diye şiirine başlar.
Türk insanı kalbinin temizliğiyle temayüz etmiş bir milletti. Bu, giderek geçmişte kalmaya başladı. Şimdi, sevdaları için dağları delen deli âşıklar evlendikten sonra birkaç yıl içinde mahkeme kapısına düşüyorlar. O da yetmiyor birbirlerine kıymak gibi bir vahşetin pençesine sürükleniyorlar.
Ben, bunda siyaset kültürümüzün kirletilmiş olmasının payını düşünürüm. Milleti yönetmeye talip olanların üsluplarındaki hırçınlık, doğal olarak taraf durumuna gelen insanları da yönlendirecektir. Sosyoloji, lider pozisyonundaki insanlarda görülen bu tür baskın tavrın ferde yansımasının bu yolla geçtiğini söyler. Centilmenlik dururken, birbirlerine hakaretin kime ne kazandıracağını düşünebiliyor musunuz?
İnsanımız irfan coğrafyasından uzaklaştıkça, bencilleşiyor ve bu kararın kalbin kirlenen dile dönüşmesine sebep oluyor.
Kalbi temiz, dolayısıyla dili de tatlı olanlara ne mutlu!