Sabah ezanıyla birlikte uyanıyorum ya…
Her seferinde gözlerimi açarken aklıma düşen ilk şey, senin secdeye durmuş halin oluyor.
O vakitlerde, yeryüzü suskun olur ama gökler kıpır kıpır…
İşte o zamanlarda gözümde beliriyorsun Valim…
Geceden kalma bir dertle değil, sabaha emanet edilmiş bir umutla kıbleye dönen bir gölge gibi.
“Habibullah kardeşim” deyişin yankılanıyor hâlâ kulağımda…
İçinde bir sıcaklık var bu sesin, insanı sarıyor.
Sanki bir dağın yamacından gelen su gibi berrak, sanki bir annenin duası gibi içten…
Ve senin, gençler için, çocuklar için, “Yüreklerinde Hazreti Muhammed sevgisi olmalı” deyişin var ya…
İşte o cümleyle kuruldu bu yazı, onunla mayalandı içimdeki cümleler…
Herkes soruyordu:
“Nereden çıktı bu ER-VA?”
Ben gülümsüyordum içimden.
Çünkü anlatmaya kalksam, bir proje değil, bir adam anlatacaktım onlara.
Adını andığımda gözlerimin dolduğu bir adam…
Sadece makamla, sıfatla değil; derdiyle, duasıyla koca bir şehir taşıyan bir adam…
Sen…
Sana yakın olmak için çabaladım hep.
Belki sessizce…
Belki görünmeden…
Ama bil istedim ki, bu yakınlık ne kalabalıklarda fotoğraf karesine girmek için ne de başını sallayıp geçmen içindi.
Bu, sadece bir yüreğe yakın olma gayretiydi.
Bir secdeye, bir çırpınışa, bir derin niyete komşu olma arzusu…
Senin adını duyduğumda içimden geçen şey, hep aynı cümleydi:
“Keşke Peygamber Efendimiz evime gelse de… Ona bu adamı anlatabilsem.”
Bak, bu kolay bir şey değil.
Peygamber’e birini anlatmak...
Onun önünde bir ismi telaffuz etmek…
Bir anne, evladını anlatırken ne kadar titrerse, ben de seni O’na anlatmayı hayal ettiğim her gece, işte o kadar titredim.
Dedim ki içimden:
“Ya Rasulallah… Bir adam var, adını Gökmen koymuşlar. İçinde senin adının yankısı var. Gençlerin yüreğine seni anlatmakla meşgul… O bir Vali, ama aslında bir ağabey… Bir dost… Bir yoldaş…”
Sonra sustum…
Gözüm doldu.
Çünkü anlatmak yetmedi.
O’nu sana anlatmak için, önce seni görmem gerekti.
İçini görmem, niyetini okumam, derdini hissetmem…
Bir keresinde gecenin bir vakti, elimde kahve fincanı, yüzüm kıbleye dönük, kendi kendime konuşuyordum.
Dedim ki:
“Allah’ım, rızan için senin habibin için çırpınan biri var orada… Hazreti Peygamber Ona gitsin, onu bir kucaklasın...”
Bazen yanımda biri namaza duruyor ya hani…
O anda kendimi garip hissediyorum.
Çünkü o gölge sen oluyorsun sanki…
Yalnızca namaza değil, bir derdin içine durmuşsun gibi…
İki yanımda melekler var, biliyorum.
Ama senin varlığın da şahidimdir geceme, gündüzüme…
Valim…
Seni övmek değil bu…
Sana öykünmek de değil…
Bu, bir kalbin başka bir kalbi fark edişi…
Bu, bir yüreğin başka bir yüreğe “Sen duanın cevabısın” deyişidir…
Eğer bir gün Hazreti Peygamber gelse de, bana dese ki:
“Bu şehirde kimi seviyorsun, kimi anlatırsın?”
Vallahi gözlerim dolar, kalbim çarpar…
Ve ben yalnızca seni anlatırım…
Anlatırım ki, O bilsin…
Sana uğrayanların niyeti temiz, derdi gençliktir…
Ve sen o gençliği kurtaran bir yürek taşıyorsun göğsünde…
Ben seni sevdim Valim…
Derdinle, sessizliğinle, göz göze bakmadan kalp kalbe anlaşabildiğimiz o güzel tarafınla…
Belki çok kişi farkında değil…
Ama sen, bu şehrin duasısın.
Ve ben, duanın vücut bulmuş hâlini her sabah gözlerimi açtığımda görüyorum…
Adınla, niyetinle, gayretinle…
Sana yakın durmam bundandır…
Çünkü yaklaştıkça seni değil, niyetini hissediyorum.
Yaklaştıkça adımlarında bir secde buluyorum.
Ve her secdede, Allah seni korusun diyorum.