Beşparmak’taki bahçeli evimiz, çocukluğumuzun en güzel anılarına ev sahipliği yaptı.
O evin bahçesinde, babamın adeta gözü gibi baktığı bir elma ağacı vardı.
Her yıl dalları meyveyle dolan, mahalledeki herkesin hayranlıkla baktığı bu ağaç, bu yıl ne yazık ki kurtlandı.
Elmalar, her zamanki gibi kocamandı ama içleri bozulmuştu.
Babam buna çok üzüldü. Günlerce akşam oturmalarında arkadaşlarıyla bu konuyu konuştu.
Herkes elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı.
Ağaçtan anlayan dostlar çeşitli ilaçlar önerdi, babam da ertesi gün gidip ne dedilerse aldı, uyguladı.
Sanki mahalledeki herkes o ağacı kurtarmak için seferber olmuştu. O elma ağacı artık hepimizin olmuştu.
Neyse ki, sabrın ve sevginin sonunda ağaç yeniden can buldu.
Kurtlardan arındı, yaprakları bir başka yeşil, dalları bir başka güçlü göründü.
Elmalar yeniden ışıldadı.
Babam başta olmak üzere hepimiz çok sevindik.
Elma ağacının altı çayırlıktı.
Özellikle yaz sabahları, pazar günleri kahvaltılarımızı orada yapardık.
Güneş daha tam yükselmemişken, toprağın ve elma yapraklarının kokusu eşliğinde soframızı sererdik.
Babam bazen sucuk, pastırma alırdı, kahvaltımızı biraz daha özel kılmak için.
Annem kansızlıktan mustaripti ama yılmazdı; bazen dalak alır, güzelce pişirir, dilim dilim kesip hepimize ikram ederdi.
Onun ellerinden çıkan her şey ayrı bir lezzetti.
Bu küçük, sıradan gibi görünen anlar aslında hayatımızın en kıymetli hatıraları oldu. Beşparmak’taki bahçeli evimiz, elma ağacımız, sabah kahvaltılarımız ve birlikte geçirilen zamanlar…
Hepsi yüreğimizde bir masal gibi kaldı.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, o günlerin kıymetini daha da iyi anlıyorum.
Çünkü bazı ağaçlar sadece meyve vermez…
Bazı ağaçlar, bir ömrün en güzel anılarını taşır dallarında....






