Sabah namazına mütakip Halebi bombalamaya başladılar. Ne yapacağımızı şaşırmış halde evden dışarı çıkarak sağa sola savrulmaya başladık.
Tozun toprağın içinde kalmış annemi babamı kız ve erkek kardeşimi aramaya başladım. Birden bire karşımda annemin kucağında sekiz yaşındaki kız kardeşimi gördüm .Annem ve kız kardeşim kanlar içindeydi. Koştum anne diye bağırarak anme ve kız kardeşme sarılsıldım kaldım. Kız kardeşim Zeynebi annemin kucağından kaptığım gibi ambulansın siren sesine doğru komaya başladım. Ambulansa yetiştiğimizde arkamdan annemde geldi ikisini de ambulansa bindirip ben babamı ve erkek kardeşim Ahmeti aramak için yıkılan evimize koştum. Eve vardığımda bombalardan yıkılan evin dam babamla ahmetin üstüne düşmüş ikisi de oracıkta can vermişlerdi. Yıkıldım kaldım babamın ve kardeşimin cesetlerinin başında yere çöktüm yüzlerindeki tozu toprağı silmeye çalışırken gözlerimden dökülen yaşlar babamın kardeşimin yüzüne dökülüyor yüzleri çamur gibi olmaya başlıyordu. Bir tarafdan yüzlerini silip öpmeye çalışırken Halep başımıza yıkılıyordu.
Benim gibi Halep de yaşayanlar evimizi, okulumuzu, babamın kapalı çarşıdaki dükkanını kaybetmiştik.
Babamı kardeşimi annem ben ve hastaneden ayağının biri kesilen kız kardeşimle defnettikden sonra koca Halep de babasız kardeşsiz kalmıştık. Acılarımızı bile doğru dürüst yaşamadan Türkiye yollarına düşmüştük . Aç susuz üstümüzdeki kıyafetlerle Afrinden sınırdaki Amanos dağlarından Hataya vardık.
Bizi karşılayan Türk ordusunun askerleri bizden önce gelenlerinde olduğu kampa bizi aldılar bir çadıra yerleştirdiler. Yiyeceğimizi suyumuzu verdiler. Bir şeyler yedikten sonra annem kardeşim ben çadırdaki yatağa uzandığımızda uyuyup kalmıştık. Ne kadar uyuduğumuzu bilemiyorum kardeşimin çığlığı ile uyandık. Baba baba diye bağırıyordu annemle ben onu susturmaya çalıştıkça o inleye inleye baba baba diyordu. Bir tarafdanda kesilen bacağımı göstererek ağlıyordu. Çadır bizim ağlama seslerimizle dolup taşyordu.
Bir ay kampda kaldık. Yavaş yavaş da olsa kanayan yüreğimiz biraz hafifledi. Kız kardeşime kampda ki hastanede protez ayak taktılar. Ayağına alıştıkça ağlamaları kesilmeye başladı. Kampdaki çocuklarla oynadıkça Halepdeki acılı günlerimizi de unutmaya başladı.
Kamp o kadar dolmuştu ki belgeler hazırlandıkça yavaş yavaş kampda bir tarafdan boşalıyordu. Sırası gelenler tercih ettiği şehre gönderiliyordu. Bize de sıra geldiğinde hangi şehre gideceğimiz soruldu birden bire ağzımdan Kayseri çıktı. Annemde şaşırdı akrabaların çoğu Hataya yerleşmişlerdi. Gözüme baktı anneme bababın dükkanını olduğu yer keyser çarşısı anne dedim adı Kayseri den geliyormuş diye okumuştum birde koca bir dağ varmış adı da Erciyes kısmetimizi oralarda arayalım dedim. Acı bir tebessüm etti annem boğazımıza düğümleri yutkunarak ağlamamaya çalıştık birbirimize sarıldık sanki Halep de evimizin avlusunda bana sarılarak okula gönderdiği güne döndüm. Hep bir burukluk içindeydik, yeter ki bir dokun sanki yaralı bir ceylandık gurbet ellerde.
Kayseriye yaklaştıkça uzaktan bir dağ görünüyordu zirvesinde kar bembeyazdı. Sanki içime bir serinlik geldi. Otobüsün camına dayadığım başımdan Erciyes sızıyordu. Sessizce önce beynimi ele geçirdi, sonra kalbime inmeye başladı. Sanki dağ beni büyülüyordu. Gözlerim daldıkça zirvesine mülteci ruhumu sarıyor beni sahipleniyordu. İçimden bir ses burası sana yurt olsun diyordu.
Erciyesin büyüsüne öyle dalmıştım ki başımıza gelen her şeyi bir anda unutmuş hayallere dalmıştım. Otobüs Kayseri şehir terminaline geldiğinde otobüsden birileri tarafından zorla indiriliyormuş gibi hissettim. Şehir düz bir ovada kurulmuş sanki Erciyesin kucağına sığınmış yaramaz bir çocuk gibi hareketli canlı bir şehirdi. Bir haziran sabahı indiğimizde şehir bizim oralara göre serindi. Serinlik yüzümüze vurdukça uykumuz açılmaya başladı.
Bizi daha önceden Halepten gelen komşumuzun büyük oğlu karşıladı. Suriyelilerin çok olduğu Sahabiye mahallesinde bize eski bir üç katlı apartmanın bodrumunda küçük bizim sığabileceğimiz bir daireye yerleştirdiler. Yardım kuruluşlarından tedarik ettikleri eşyalarla döşemişlerdi. İçinde üç kanepe, bir elbise dolabı, mutfağında ocak , birde buzdolabı, raflarında tabak, bardak olan bir ev artık bizim sığınağımız olmuştu. Yine evin kirasını yardım kuruluşları ve cefakar yarım seven insanlar karşılıyordu. Komşumuzun oğlu yarın geleceğini söyleyerek gittikten sonra annemin gözüne baktım buğulanmış ağlayacak yer arıyordu. Sarıldım buna da şükür anne diye. İkimizde ağlıyorduk Halepte geçen günlerimiz , evimizin bombalanması babamın erkek kardeşimin ölümü, yürüyerek Türkiye sınırından göçmen kampına gelişimiz bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp giderken ağlamamız devam ediyordu.
Kız kardeşimin ben acıktım demesiyle annemle ben gözyaşlarımızı silerek kendimize gelmeye çalıştık. Yine yardım seven insanların biz gelmeden önce mutfağımıza yerleştirdikleri yiyeceklerden annem bir şeyler hazırladı. Yemeğimizi yedikten sonra kanepeye uzanmış bize yardım eden Türk devletinin ve Türk halkının bize yaptıkları yardımları düşündükçe onlara minnet borcum o kadar çok artıyordu ki bunu anlatacak bir söz bulamıyordum. Birden bire Erciyes dağı gözümün ününe geldi. Bu aziz millete Erciyes kadar borcum vardı.