Evimizin en sessiz ama en canlı köşesi annemin dikiş köşesiydi.
Kahvaltıdan sonra mutfakta toplanan bulaşıklar toparlanır, sobanın üzerindeki çaydanlık usul usul kaynamaya devam ederdi.
O sırada annem Sümerbank mağazasından alınmış kumaşı özenle çıkarır, katlarını açarken gözlerindeki ışıltıdan yeni bir işin heyecanını anlardık. Mavi beyaz çizgili, bazen kırmızı desenli pijamalık kumaş…
Daha annemin eline değdiği anda bize akşamın sürprizini fısıldardı.
İlk iş, keskinliğiyle ünlü Solingen makasın “şak” sesi olurdu.
O ses evin içinde yankılanır, çocuk aklımızla sanki yeni bir dünyanın kapısı açılıyormuş gibi hissederdik. Annem dikkatlice mezurayla ölçer, kumaşı katlar, cetvelle çizgiler çekerdi.
O sırada biz sessizce kenarda durur, gözlerimiz annemin her hareketini takip ederdi.
Çünkü biliyorduk ki onun elleri yalnız kumaşı değil, bizim mutluluğumuzu da biçiyordu.
Sonra sıra Zetina dikiş makinasına gelirdi. Parlak ceviz kaplama masasının üzerinde gururla duran o makina, evin gizli kahramanıydı. Annem ipliği iğneye geçirir, mekik yuvasını yerleştirir, pedala önce yavaşça basardı.
“Tık tık, tak tak…” diye başlayan ses, kısa süre sonra hızlanır, adeta küçük bir trenin raylar üzerinde ilerlemesine benzerdi. Makina bazen inat eder, ipi koparırdı.
O an annemin yüzünde bir anlık sabırla yoğrulmuş gülümseme belirir, ince parmaklarıyla ipi yeniden geçirir, hiç vazgeçmeden işe devam ederdi.
Makinanın sesini biz çocuklar farklı duyardık.
Annem için belki işin telaşıydı, ama bizim için güvenin ve huzurun melodisiydi.
O ritim evin içinde yankılanırken biz de hayaller kurar, yeni pijamalarımızı üzerimize giydiğimiz anı sabırsızlıkla beklerdik.
Masanın üzerinde biriken renkli kumaş parçaları, bize göre gökkuşağının parçasıydı sanki.
Ve akşam olduğunda mucize gerçekleşirdi. Annem gözlerinin içi parlayarak, yeni diktiği pijamaları bize uzatırdı.
Kumaş daha sıcaktı, annemin ellerinin sıcaklığını üzerinde taşırdı. Giydiğimizde ise yalnızca bir pijama giymiş olmazdık; annemizin emeğini, sabrını ve sevgisini üzerimize alırdık. O pijamalar, mağazalardan alınmış herhangi bir giysi değildi.
Onlar annemin yüreğinin ilmek ilmek işlenmiş halini taşırdı.
Bugün geriye dönüp baktığımda, dikiş makinasının sesi kulaklarımda hâlâ çınlar.
O tıkırtıların arasında büyüdüm, o sabrın içinde huzur buldum.
Şimdi anlıyorum ki annemin dikiş makinası yalnız kumaşı değil, çocukluğumuzu, ailemizi ve bizi birbirimize bağlayan sevgiyi de dikmiş...

Yusuf Kartal...






