Kayseri’nin taş yapılarla örülü ruhunu en iyi anlatan eserlerden biridir Hacı Kılıç Camii. Bir Selçuklu emaneti olan bu cami, benim için sadece bir ibadethane değil; çocukluğumun, mahallemin, hayatımın merkezidir.
Doğduğum günden bu yana, mahallenin kalbi hep orada atar. Minarelerinden yükselen ezan sesi, dar sokaklarda yankılanır, evlerin pencerelerine, çocukların yüreğine düşer. O ses bana hep şunu hatırlatır: “Hayatın her telaşının, her yorgunluğunun üstünde bir huzur var.”
Ne zaman Hacı Kılıç’ta namaz kılsam, içimde tarifsiz bir bütünlük hissederim. Aksine, oraya gidip saf tutmadığım günlerde hep bir eksiklik duyarım. Çünkü orada sadece secdeye varılmaz; insan kendi özüne, kendi geçmişine de varır. O taş duvarların arasında, hem inancın hem de tarihin derin nefesi vardır.
Hemen yanı başındaki medrese ise hâlâ dimdik durur. Sessiz ama vakur… Yüzyıllar boyunca nice öğrencinin, âlimin izini taşımış. Küçükken önünden geçerken hep merak ederdim: “Bu duvarlar bana ne anlatıyor?” Sonra anladım ki, ilmin sesi gürültüyle değil, vakarla konuşur.
Hacı Kılıç Camii, sadece bir mimari eser değil; mahalle kültürünün, komşuluğun, birlikte yaşamanın sembolüdür. Avlusunda bir çocuğun top sesini de duyar insan, bir ihtiyarın duasını da. Caminin gölgesinde hem oyun oynanır, hem hayat öğrenilir.
Şehir büyür, sokaklar değişir, insanlar gelir geçer…
Ama bazı mekânlar vardır ki, insanın içinde hiç eskimez. Hacı Kılıç işte tam da öyle bir mekân. Bana hem inancımı, hem köklerimi, hem de aidiyet duygumu hatırlatan bir yuvadır.
Belki de bu yüzden, o camide kıldığım her namaz hayatımdan kopmuş bir parçayı yerine koyar. Çünkü bilirim ki, bir mahalleyi mahalle yapan şey sadece evler değil, işte böyle kalbe dokunan hatıra mekânlardır.
Yusuf Kartal...






