Hayatın anlamı üzerine düşünmek, çoğu zaman gecelerin sessizliğinde gelir bana. Gün bitmiş, şehir yorgunluğunu alıp karanlığa gömmüşken, insan kendi içinden geçen sorularla baş başa kalır. İşte o anlarda, “Benim yolum neydi? Ne için çabaladım, ne için üzüldüm, ne için sevdim?” diye sorarım kendime.
Çocukluğumun sokaklarını hatırlarım mesela. Tozlu kaldırımlarda oynarken hissettiğim saf sevinç… O zaman hayatın anlamı belliydi: Bir topun peşinde koşmak, akşam ezanına kadar oyalanmak, eve dönünce annemin gözlerindeki sıcaklığı görmek. Bugün geriye baktığımda fark ediyorum ki, hayatın anlamı büyürken değişmiyor, sadece biçim değiştiriyor. Çocukken annemin tebessümü yetiyordu; bugün dost meclisinde edilen bir samimi söz, aynı anlamı taşıyor.
Bazen de kayıplar öğretiyor bize hayatı. Bir dostu, bir akrabayı, bir sevdiğimizi toprağa verdiğimizde anlıyoruz ki, hayat aslında bizim zannettiğimiz kadar uzun değil. İşte o anlarda daha da kıymetli oluyor kalan her dakika, söylenmiş bir güzel söz, verilmiş bir helallik, sıcacık bir sarılma…
Benim için hayatın anlamı biraz da hatıralarda gizli. Çocukluğumun camisi, annemin dikiş makinesinin sesi, babamın susarak öğrettiği sabır… Hepsi içimde birer iz bıraktı. Bugün hâlâ zorlansam da, ayağa kalkıp yürümeye devam ediyorsam, o izlerden güç alıyorum.
Kimi zaman düşünüyorum: Belki hayatın anlamı, bize büyük cevaplar verecek bir sır değil. Belki de anlam dediğimiz şey, her gün yaşarken dokunduğumuz o küçük anların toplamı. Bir gülüş, bir dostla paylaşılan çay, bir çocuğun başını okşamak… Büyük sözlere gerek yok; insanın yüreğine dokunan şeyler zaten anlamı kendiliğinden taşıyor.
Ve sonunda, geriye dönüp baktığımızda diyebiliyorsak ki: “Sevdim, kırıldım, düştüm ama yine de yaşadım, yaşadıklarım boşuna değildi.” İşte o zaman hayatımızın anlamını bulmuşuz demektir.







Çok güzel bir yazı. Büyük sözlerle kutlarım hocam.