Bahçeye menekşeler dikilirdi.
Her sene, nisan girmeden…
O ilk toprağı annem ellerdi.
Avucunda tuttuğu küçük menekşe fideleriyle eğilirdi toprağa, ama sanki bir çiçeği değil de, bir duayı bırakır gibi dokunurdu yere.
Konuşurdu da... Hem kendine, hem çiçeğe, hem sanki duyan bir dosta.
“Sen burayı seversin... sabahları yumuşak güneş vuruyor,” derdi.
Söylerken gülümserdi.
O gülümsemenin içinde hem çiçeğe hem bize bir emanet vardı.
Sadece menekşeler değil, sardunyalar, reyhanlar, fesleğenler… hepsi annemin sesini tanırdı.
Her sabah, elinde bakır maşrapayla çıkardı bahçeye.
Suyu dökerken de konuşurdu çiçeklerle.
Sert akmasın diye maşrapayı eğerek tutar, suyu azar azar verirdi.
Sanki bir çiçeğe değil, kırılgan bir gönle seslenir gibi...
Ben onu izlerdim.
Bazen pencere önünde, bazen bahçe kapısına yaslanıp…
Hiç ses etmeden, sadece bakardım.
Onun çiçeklerle konuşmasını dinlemek, birini sevmenin ne demek olduğunu anlatırdı bana.
Duasını ezberlemedim ama, o sessizliğini ezberledim.
Hiçbir şey söylemese de, bir annenin kalbi neye benzer, orada öğrendim.
Çiçekleri tek tek tanırdı.
“Bu biraz nazlı,” derdi.
“Bu ise gölge sever…”
Hangi saksıya ne dikilir, hangi gün budanır, hangisi sabah su ister, hangisi ikindi…
Hepsi annemin defterindeydi ama o defter yazılı değildi. Kalbindeydi. Eliyle gösterirdi, gözüyle anlatırdı.
Bahar onunla başlardı.
Bizim evde bahar, bir takvim yaprağıyla değil, annemin dizlerini toprağa verdiği gün başlardı.
Toprağa basınca bir şey değişirdi sanki…
Hava durulurdu, kuşlar daha net ötüşürdü, güneş acele etmeden ısıtırdı.
Ben o zamanlar bir çocuğun ne kadar susarak öğrenebileceğini annemin bahçesinde fark ettim.
Sevmenin, dokunmadan da mümkün olduğunu orada gördüm.
Bir insana, bir çiçeğe, bir hayata iyi gelmenin illa büyük sözlerle olmayacağını…
Bazen bir maşrapa su, bazen eğilerek söylenen bir cümle yeterdi.
Yıllar geçti.
Şimdi ne o bahçe kaldı, ne o menekşeler…
Toprağın yerini taş aldı, sessizliğin yerini gürültü…
Ama bir kaldırım kenarında boynunu eğmiş bir mor menekşe görsem, annem geliyor aklıma.
Çiçeğe eğilir gibi Rabb’ine eğilen annem…
Bazı insanlar dua ederken konuşmaz.
Annemi düşününce bunu daha iyi anlıyorum.
Çiçekle konuşan bir insan, Allah’tan bir şey isterken nasıl susar, nasıl kalbinden söyler…
Onu annem öğretti.
İçimde hep bir bahçe var şimdi.
Kimsenin girmediği, sadece annemin bildiği bir bahçe…
Orada menekşeler var hâlâ.
Ve ben ne zaman kendimi kaybetsem, o bahçeye dönüyorum.
Çünkü çocukluğum orada toprağa basıyor.
Ve annem hâlâ o bahçede, eğilmiş, bir çiçeğe dua fısıldıyor.







Ne kadar nahif ve gönüle dokunan ifadelerle bezenmiş bir yazı olmuş ağabey. Okurken; kah o menekşeler oldum, kah o menekşelerin dikildiği toprak...Kalemin kavi olsun.
Sağ olasın eksik olmayın selamlar