Hikâyesi uzun, ama kısaca söz edeyim; Merhum Cemil Meriç’i dergilerdeki yazılarından tanıdım e sevdim. İnsanın geçmişini bilmeyince görüneniyle yetiniyorsunuz. Bu da çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor. Bunun incitici örneğini Cemil Meriç’le yaşadık:
Merhumun kitapları, yayınlanmaya başladı. Aldım, dikkatli bir şekilde okuyorum: Bir de ne göreyim, “Türk Şiiri Nazımla biter, Avrupai düşünce Nazımla başlar. Nazım Türk şiirinin Müceddididir”, cümlesi karşıma gelmesin mi?
Şaşırdım, hadi kendimi savunmayayım, kaldı ki gönderdiğim kitaplarım için övücü bir dil kullanmıştı. Onu seviyor olabilirsiniz, ancak siz, Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i daha birçok şairi Nazım’a nasıl feda edersiniz? Hemen oturup kendisine uzunca bir mektup yazdım, bu ifadesinin ne anlama geldiğini sordum. Cevabında, eleştirime hak veriyor, ‘Haklısınız Subaşı, abartılı bir ifade kullanmışım galiba’ diyordu.
Mesele burada kapanmadı tabii. Bu defa Kendisine 1982 yılında, Edebiyat ödülü verdik. Ertesi yıl bu ödül töreni için Kayseri’ye geldi. Tiyatrodaki ödül töreninde söz bana gelince, kürsüye çıktım ve ‘Üstat Cemil Meriç Bey, Türk şiirinin Nazım’la bittiğini söylüyordu. Görüyorsunuz şiir bitmemiş. Ben de buraya zahmet edip geldikleri için şiirimi kendilerine ithaf ediyorum”, dedim ve şiirimi okudum. Beni alkışladı, yanına oturdum, ‘Sağ olasınız Muhsin Bey, beni ihya ettiniz’ dedi. Ödüllerin takdiminde Hisar Dergisi’nin sahibi Mehmet Çınarlı, Meriç’e ödül verirken, benim bu sözümü hatırlattı. Cemil bey, durdu bir 30 saniye kadar bir şey söyleyemedi. Salon buz kesmişti. Çınarlı, ‘Siz galiba Nazım’ın Türk şiirini bitirdiğini söylemek istediniz’, dedi. O da, ‘Evet öyledir. Şairler akıllı adamdır Mehmet Bey, beni kurtardınız’, dedi ve kürsüden indi.
İstanbul’a memnun bir şekilde döndü. Hatta orada da buradaki törenden sitayişle söz ettiğini naklettiler. Ancak, bir arkadaşın, ‘Cemil Meriç Ne Dedi?’ başlığıyla yazdığı bir yazısı merhumun bize tavını değiştirdi. Bu yazıda, bu tür adamların söyledikleri sözlerinin arkasında durmaları gerektiğini söylüyordu ve şiire bakışı konusundaki tavrını eleştiriyordu. Meriç bu defa; hayatında iki ağır darbe aldığını söylemeye başladı. Birisi Konya’ya giderken yolda bir gencin, kendisine ağır tepki göstermesi, öbürü de bizim buradaki ifadelerimizmiş. Hani bugün trol diyorlar ya, etrafındaki bu tür gençler bu defa bize, daha doğrusu doğrudan bana saldırmaya başladılar. İşin ilginç tarafı bu tarihten sonra “Jurnal” adıyla hatıraları yayınlandı. Burada, Attila İlhan’a yazdığı bir mektupta, solun kendisine sahip çıkmadığından yakınarak şöyle diyordu: “Beni gericilerin (yani bizlerin) kucağına değil, yanına solun nakadirşinaslığı (kadir- kıymet bilmezliği) itti!”
Dikkat buyurun nezaketen yazılarını yayınlayan dergilere ‘sağcı’ demiyor, ‘Gerici’ ifadesini kullanıyor. Şimdi hem gerici diyeceksin, hem dergilerini işgal edeceksin. Bir yazısında üstat, ”sosyalistler dönüş yapsalar da duygularında yine sosyalizmin izlerini taşırlar”, diyordu. Nazım Hikmet’e sahip çıkması böyle bir alt şuur tepkisiydi anlaşılan. Şimdi düşünüyorum da merhuma tepkimde haksızlık etmemişim diye seviniyorum. Kıyasıya eleştirdim, ama saygımı korudum ve düşman olmadım. Yine de Allah taksiratını affetsin.