Samiha Ayerdi (D.1905) Hanımefendiyle Kubbealtı Derneğinde ayaküstü bir sohbetimiz oldu. O mütevazı, müşfik ve öğretici tavrı eserlerindeki gibi kişiliğinde de belirgin bir şekilde dışa yansıyordu. Kendisine; “bu kadar sosyal aktiviteyi başarmanızdaki sır neydi?” diye sordum. Cevabı çok kısaydı, “Sevmek ve inanmak”, dedi. “Bunları biraz açar mısınız?” dedim. “Evvela yapacağınız işi seveceksiniz. Sonra onu başaracağınıza inanacaksınız”, diye karşılık verdi. Samiha Hanım, Türk-İslam geleneğine bağlı, bu geleneğin Türk toplumunu bütünleştirdiğini ve ileriye taşıdığına inanıyor. Söz arasında şu noktayı özellikle belirtti:
“Türkler Müslüman olmakla kendi sosyal, siyasal ve etnik kimliklerini korudular. Daha doğrusu millet olma vasfını kazandılar. İslam bu konuda rehberlik yapan bir iç disiplin sağladı milletimize”
Eserlerinizde belli bir teknikten ziyade, belli bir düşünceyi telkin ettiğiniz görüyorum, Yani bir anlamda romanlarınızda ’Tezli Roman’ tarzı hakim, Ayrıca hemen bütün eserlerinizde tasavvufun o geniş ufuklu şemsiyesine çağrı gayretiniz var, yanılıyor muyum acaba?
Hayır yanılmıyorsunuz, doğru bir değerlen-dirme. İnsan kendi ruhaniyetinin farkına varamadığı için çözülüyor. Tasavvuf böyle bir çerçeve içerisine çağırıyor insanı. İnsanlar kendi başlarına kurtuluşa eremiyorlar bir rehbere, bir mürşide ihtiyaçları var, bunu fark edip yolunu bulan kurtuluyor. Bunun içindir, sevgi ve merhamet bizim yol azığımızdır.”
“Bir eserinizde şöyle bir ifadeniz var; ‘He-pimiz kâinat kitabı içinde bir yazıyız ve dünyaya kendi vücudumuz sualinin ifade ettiği manayı çöz-mek için gönderildik”, diyorsunuz. Yani bir yaratı-lış sırrının farkında olmalıyız. Gelişimiz keyfi de-ğildir. Tasavvufta Kenzi Mahfi dediğimiz bir hale işaret ediyorsunuz galiba?” dedim. “Kendini bilen Rabbini bilir. Bunu idrak etmek lazım!” dedi.
Kendisini fazla bekletmek istemedim, genç-lik dönemimde ilk okuduğum kitabın “Yusufcuk” olduğunu belirterek, “Köyde ekin saplarının arasında bu kitabı baştan sona kadar birkaç defa tekrar ettim. Sonraki yıllarda önemli eserlerinizin tamamını okudum. Bende şiir kanalını açan bu eseriniz oldu efendim” dedim, tebessüm etti, “Demek öyle, benim eserim köye kadar gitmiş, ne güzel, ne güzel”, karşılığını verdi. ^Peki, Yusufcuk’tan aklında kalan nelerdir söyleyebilir misin Subaşı?” diye sordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla şunu naklettim:
“Ben geceyim, gün isterim. Ben ateşim kül isterim. Ben şiirim vezin isterim. Ben dertliyim şifamı ver, Bütünleşmiş can isterim” Tebessüm etti: “Maşallah fe suphanallah, sen elbette şair olmalıydın ve oldun demek ki, tebrik ederim.”
Bu görüşmemiz, 1990’nın ortalarındaydı; ‘Siz kültürümüzün öncüsü oldunuz, sizden alacağı-mız çok dersler var’, dedim. Teşekkür etti.
22 Mart 1993’te 88 yaşında iken vefat haberini aldım. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.